Uzun yıllar; okumuyoruz, Japonlar şöyle okurlar, Almanlar böyle okurlar derken -çevremden gördüğüm- artık Türkler de daha çok okumaya başladılar. Okuma ile yazmada birbirlerini destekleyen süreçler. Okuyucularım da ister ilkokulda ister üniversitede olsun, lütfen hatıra/günlük yazarak bile olsa yazsınlar. Nice yetenekler, çok küçük mazeretler ve ihmaller ile yitip gidiyorlar. Ben, başarının yalnızca miras ile olmadığına, en büyük ihtiyacın verimli çalışkanlık olduğuna hem kendi hayatımda hem de şahit olduğum başarılı insanların hayatlarında tanık oldum.
Şu gök kubbede bir hoş seda bırakmak niyetiyle yazdığım bu kitabı; elinizde, evinizde, kütüphanenizde görmek beni çok sevindireceği gibi okumanız ve geri dönüş yapmanız da bahtiyar edecektir. Sizin için yazdım efendim, buyurunuz afiyetle okuyunuz...
İğneyle ilk elbise diken olduğu gibi kalemle ilk yazı yazan da İdris Peygamberdir.
Bu husus bizlere “terzilik ile yazarlık”, “metinler ile kumaşlar” arasında
kutsal bir ilişki, işlek bir tesbih köprüsü olduğunu da anlatır bir bakıma...
Dikiş, düğüm, sökmek, biçmek, makara, makas, iplik, iğne gibi terziliğe ait
imgelerle metafizik, aşk, yalnızlık ve ölüm kavramlarına işaret edip yer veren
bir çok şiir ve edebi yazı bu ilişkinin güzel örneklerini sunar.
Şeref Terzihanesi; doğu-batı dediğimiz birbirinden farklı iki uzak dünyayı,
medeniyeti, iki ayrı kumaşı birbirine diken bir terzihanedir… Uzun bir hayat
için kısa sayılabilecek bir anlatımla hayata karşı onurlu bir duruşu temsil
eder. Teğelleri hazır, provası yapılmıs, halk içine çıkmak için bayramertesini
bekleyen “ısmarlama bir takım hatıra” okumanız için Şeref Terzihanesinde
boylu boyunca yatıyor. Sözün düğmesini yerli yerine ilikleme vaktidir. "Eğer
gerçeği açıklamak istiyorsan, zerafeti terziye bırak" derler ya işte biz de Şeref
Terzihanesi’nde öyle yaptık…
Başlamak zordu, doğru başlamak daha zor; yeni bir devletin temellerini atmak çok daha zor. Yanlış atılan ilk adımlar, zamansız yapılan ilk işlemler telafisi mümkün olmayan sorunlara neden olur. O hâlde doğru zamanda, doğru adımlarla başlanmalıdır her işe. Başlamadan önce hayaller kurulmalı, iyi düşünülmeli, planlar yapılmalıdır. Dört yüz çadırlık Kayı aşireti Söğüt bozkırlarına geldiğinde üç kıtaya hâkim olacak bir devleti hayal etmemişlerdi belki fakat onların bir hayali vardı. Kuracakları devletin sağlam temelleri olmalıydı. Temeli ne kadar sağlam olursa üzerine insa edecekleri devletleri o kadar kudretli olacaktı. Her adımda hep geleceği düşündüler. Günün şartlarından arınmış bir zihinle geleceğe baktılar. Kolay olmayacaktı bu kudretli devleti kurmak. Önce hayalini kurdular sonra devletlerini… Önce planladılar sonra eyleme dönüştürdüler. Hayallerini kurdukları koca çınarın ilk tohumunu Söğüt’te toprakla buluşturdular. Toprağa düşen çınar tohumu, zamanla büyüdü ve Cihan Devletine dönüştü.
Adalı yazar Necati Mert der ki; Yazmak lazım. Edebiyatçı edebiyatı gözeterek yazsın. Ama edebiyatçı olmayan da yazsın. Cümleniz yetersiz, imlâ ve noktalamanız hatalı olabilir. Olsun. Mektup yazar gibi, hâtıra defterine içinizi döker gibi yazın. Sizin hayatınız şehrinizin hayatıdır.
Sevinçleriniz, endişe, merak ve içlenmeleriniz, düşünce ve tasarılarınız şehrinizindir de. Tarihe düşülen notlar olacaktır her biri. Bunların geleceğe, şehrinizin geleceğine kalması için yazın. Yazın ki ardımızdan gelenlerin bilmedikleri bizimki kadar olmasın…
Elinizde tuttuğunuz bu eser; Şeker Mahalle’de yaşamış sıradan bir gencin mutlu olma, eğlenme, bu dünyayı içtenlikle anlama iştahıyla yaşadığı mahallesindeki geçmişini, ellili yaşların ortasında bir yazar edasıyla; özlemler, acılar, yaşam dediği zevkler ve deneyimler arasında yeniden keşfini konu alır…
Adım adım yürüdüğün hayat yolculuğunda, gerçekleştirilmesi mümkün olan hayallerinin peşine koş. Umut ışıklarını birer birer yak hiç söndürme. Bir çınar gibi köksal, hedefine coşkuyla ilerle. Geçmişin yükünü sırtından at; geleceğe azimle, gayretle odaklan, zorlukların üstesinden gelerek unutulmaz hayat hikâyeni güzel ve iyi yaz. Böylece destansı hatıralarını hem oku hem de okut.
Gönlündeki sevgi, saygı çiçeklerini kurutmadan, merhamet günlerini yalnız bırakmadan bir gün öten bülbüllerin yuvasına dağıtmadan şefkat bağının bahçıvanı olmaya devam et.
Bu kitapta Osmanlı’dan günümüze havacılık alanında yapılan çalışmalara ilişkin genel bir araştırma ve bu araştırmanın sonucunda ortaya çıkan tablo okuyucuların ilgisine sunulmuştur. Türkiye’de özellikle son yirmi yılda savunma sanayi alanında çok önemli gelişmeler yaşandı. Bu gelişmelere bağlı olarak dünyanın birçok farklı noktasında bu gelişmeler konuşulmaya başlandı. Özellikle İHA ve SİHA’lar Türkiye’ye dönük ilginin merkezinde yer aldı. Elbette Türkiye’deki gelişmeler sadece bunlarla sınırlı değil. Şu anda Türkiye kendi imkânlarıyla savunma sanayi alanındaki ihtiyaçlarını kendisi üretmeye başlamış durumda. Bu gelişmeler ülkemiz adına umut verici. Ancak kimilerine göre bu alanda kendi ayaklarımızın üzerinde durabilmek için geç kalmış gibi görünüyorken kimilerine göre yaşanan tüm aksaklıklara rağmen bugün gelinen nokta çok önemli...
Hazırlanan bu kitap ile tartışmalara mercek tutmaya ve Türkiye’nin son yirmi yılda yakalamış olduğu ivmenin neden geçmişte yakalanamadığını anlamaya çalıştık. Bu çerçevede özellikle havacılık alanında Osmanlı’dan itibaren yapılan çalışmaları, Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte neler yapıldığını ve bu alanda yürütülen çalışmaları inceledik.
seni sevmekten vazgeçtim ben,
usul usul
sağanak gibi geçtim içinden
sen bilmedin
Prekaz Balkanlardan Göç Hikâyesi, altmış yıl boyunca kayıp olan teyzemin bulunmasının gerçek hikâyesidir. 1957 (Kosova / Priştine) babamın ve 1959 ( Kosova / Prekaz ) annemin göç hikâyelerinin birleşmesinden oluşan kitapta Balkan göçleri ve göçmenlerin duyguları anlatılmaya çalışılmıştır.
Arnavut kültürü tanıtılırken ırkçılık reddedilmektedir. Göç sonrasında ailemin yerleştiği Adapazarı’nda yaşadığımız mahalle ve konak hayatımızın yanında Tozlu Cami ve Uzunçarşı civarında geçen çocukluk hatıralarına yer verilmiştir. Kitapta tasavvuf geleneğimize ait değerlere işaret edilmiştir. Her ne kadar Kosova özelinde yazılsa bile, Bosna’dan Bulgaristan’a kadar olan coğrafyamızın genel kaderi anlatılmıştır. Sırpların Müslüman ve Türk düşmanlığına ait örnekler verilmiştir.
Yaşam tarzımı kökten değiştren fikirsel yolculuğuma örnekler verilmiştir. Kitabın sonuna ek olarak 1957 yılına ait göç vesikalarımız eklenmiştir.
Kalbi kırık çocukların, uyanık memurların, dayısı vali olanlara ders veren bürokratik kumpasların, hasılı Anadolu’da yaşananların hikayesi.
Yılmaz Çiğdem, gönüllere ulaşmak niyetiyle bir çaba içerisinde. Mutluluğa ulaşmak için insanlar bir koşturma içinde. Oysa mutluluk evreni kaplamış duyarlı insanların kalbine sığmıştır. İnsana ulaşan bencillik değil paylaşma cömertliğidir. İkramın niteliğine karar vermek okuyucuya kalmıştır. Bu kitaba düşense işaret fişeği gibidir. Ararsan bulursun.
Mahallenin en haylaz çocuğuna ne olmuştu böyle? Okuldan gelir gelmez sokağa çıkan, oyunlar kuran, sonra bozan ne zaman ne icat edeceği belli olmayan Vasfi nereye gitmişti? Bu soruların cevabını sadece mahallenin çocukları merak etmiyordu. Büyükler de Vasfi’ye ne olduğunu sorup duruyor, cevap arıyorlardı. Üstelik hemen alamayacakları bir cevaptı bu. Herkes farklı bir şey söylüyordu. Bir süre bu konu hakkında aralarında fısıldaşıp durdular. Ağacın altındaki kahvehanenin sahibi Mükerrem Amca’ya göre Vasfi uzun uzun düşünmeye dalmıştı. Ne düşündüğünü bilmeseler de bunu yaparken mavi kapaklı defterine notlar alması ve gökyüzüne bakması onların gözünde olayın gizemini arttıran başka ayrıntılardı.
“Kim bu Kalsbalar? Rusya’da nerede yasadılar, Türkiye’ye nasıl sürgün
edildiler ve nerelere yerleştiler? Neler yasadılar, şimdiki kuşaklara
neler aktardılar? Soyağaçları çıkarılabilir mi?” sorularına cevap arayacağız.
Bunu ağırlıklı olarak Sakarya ili Akyazı ilçesi Kuzuluk ve Alaağaç köyleri
ile Hendek ilçesi Nüfren’de (Beylice) yaşamıs/yasamakta olan bazı
Kalsba aileler ve onların hayattaki mensupları üzerinden örneklendireceğiz.
Son kısımda özel ilgimizi Kalsba Peskuzoğullarının aydınlatılamamış
sürgün hikâyelerini yazmaya, kronolojik tarihlerini çıkarmaya ayırsak
da sözü edilen diğer ailelerin büyüklerinden dinlediğimiz hikâyelerini
de yazdık ve soyağaçlarını çıkardık.
Şehirlerin tarihlerinde isimleri altın harflerle yazılması gereken kahramanları vardır. O şehirler yaşadığı sürece bu isimler de yaşayacaktır.
Fetih, direniş, kurtuluş; bekâ, ihyâ ve vefa adamlarıdır bunlar. Adalet, doğruluk ve merhamet sembolü kişilerdir. Cesaret, yiğitlik ve adanmışlık timsali insanlardır.
Kâh aşılmaz denilen kaleleri aşmışlar, kâh işgale karşı isyanı başlatmışlar, kâh zorbalığa ve zulme karşı adaletin bayrağını dikmişlerdir, insanlık burcuna. Vatanı uğruna, şehri uğruna, halkı uğruna; can, mal ve namus uğruna, etrafına topladığı yiğitlerle birlikte bir kahramanlık destanı yazmayı başarmışlardır bu öncü kişiler.
Kimi ilk kurşundur, kimi ilk çığlık, kimi ilk şehit; ama onların başlattığı hareket, adım adım büyüyerek; o kasabaya, o şehre, o bölgeye nefes, umut ve hayat vermiştir.
Ya Sakarya için, ya Adapazarı için kimdir bu isim? Hiç tartışmasız Halit Molla’dır.
Fahri Tuna
Bazıları, yastıkta gözyaşı ne, bilir mi?
Bayramlar gelir geçer, kimse bana gelir mi?
Ve beni biri koklar, annem gibi güler mi?
Yalnız O'nun teninde kokusu var güllerin
Annemi istiyorum... Bana annemi verin...
O gece ölümün eşiğinden tekerlekli sandalyeye oturarak döndüm.
Doğuşumdan bu yana yaşadığım tüm mutluluklar ve hüzünler tamamen benim yaşamam gerekenlerdi!
Tüm bu güzellikler adına yaşadım ve yaşamaya devam edeceğim ben.
“Her ne olursa olsun. Her ne yaşarsanız yaşayın;
hayat sizi kucaklamaya hazır.
Yeter ki, izin verin.”
Türkçemiz, doğru, akıcı ve güzel konuşulmayı fazlasıyla hak eden muhteşem bir dil. Derinlikli ve büyük bir medeniyetin ve çok değerli kültürlerin buluştuğu, kelimeleriyle, kavramlarıyla birlikte yaşamaya devam ettiği bir ifade alanı üstelik. Bizim dilimiz, Doğu ve Batı uygarlıklarının binlerce yıllık inanç ve kültür köklerini ve sembollerini bağrında yaşatan canlı bir medeniyet müzesi aslında. Dilimiz belki de en büyük zenginliğimiz, yarınlara bırakacağımız ortak mirasımızdır. Her meslekten, her yaştan insan, Türkçemizi doğru telaffuz etmeyi, sadece diksiyon açısından değil muhteva olarak da doğru ve güzel konuşan kimseler olmayı gaye edinmelidir. Sözün Sesi, bu gayeye ulaşmaya imkan sağlayacak bir kitap olma kıymeti taşıyor.
Cihat Zafer
124 adet ürün bulunmuştur.