Yazı, insanın kendisi için yaptığı yegâne iyilik. Yazdıkça insanlaşır insan. Yazdıkça yalnızlaşır da. Yazmak, bir hüner mi yoksa beceri mi? Herkes yazabilir mi? Yazmak için çok mu okumalıyız? Evet, yazı olmasaydı diye bir hayal yolculuğuna çıkılabilir ama hayal kurulabilir mi yazısızlığı düşünebilmek için? Yazmasaydım, çıldıracaktım diyen hikâyecinin bu sözü bazılarımıza abartılı gelebilir. Peki, yazabilseydiniz nasıl biri olabileceğinizi düşündünüz mü hiç? Bir filmde yazdığı için mahkûm edilen hatta akıl hastanesine tıkılan yazarın hikâyesi anlatılıyordu; duvarlara, çarşaflara, kanıyla ve dışkısıyla yazıyordu ama durdurulamıyordu; durmadan yazıyordu. O yazdıkça onu oraya getirenler deliriyordu. Yazmak… Günlük, mektup, makale, anı, dilekçe… Evet, herkes yazabilir ama kim yazar ise, sanırım bunu zaman bilir!
Ürüne ait yorum bulunmamaktadır.
Günümüz medeniyetinin sahip olduğu maddi unsurların ve manevi değerlerin anavatanı olarak kabul edilen Mezopotamya, yazının kullanımı ile evrensel kültürün doğduğu coğrafya olmuştur. Bu coğrafyada, başlayan tarım ile birlikte yerleşik kültür ortaya çıkarken insan zihninin en kalıcı soyutlamaları olan devlet anlayışı ve tanrı tasavvuru da gelişmiştir. Mezopotamya şehirlerinde başlayan yönetme-yönetilme olgusu zamanla devlet anlayışına evrilirken, tabiatın gizemli güçlerine verilen mana tanrıların varlığına dönüşmüştür. Bu dönüşüm tapınaklarla kurumsallaşmış bir inanç halini alırken yönetim de tapınak merkezli bir gelişim göstermiştir. Mezopotamya’da başlayan bu gelişim zamanla dünyanın geri kalanına yayılmış ve günümüz evrensel kültürünün temellerini oluşturmuştur. Bu kitap, Mezopotamya’daki inanç olgusunun ve yönetim anlayışının gelişimi ile evrensel kültürdeki yeri hakkında araştırmalar yapan akademisyenlerin çalışmalarını içermektedir.