Çalışmanın temel çıkış noktası, akıllı şehir yazınında merkezi bir analitik çerçeve sunan dörtlü sarmal model doğrultusunda kentsel paydaşların görüş ve beklentilerinin sistematik ve bilimsel yöntemlerle derlenmesidir. Üniversiteler, kamu kurumları, özel sektör temsilcileri ve sivil toplum kuruluşlarını kapsayan bu çok aktörlü yapı içinde proje, etkin yönetişim yaklaşımını referans alarak yürütülmüştür. Bu çerçevede geliştirilen model; kentsel yaşamın çok boyutlu yapısın ı bütüncül biçimde ele alan, sosyal politika perspektifiyle beslenen ve yaşam kalitesinin toplumsal kesimler arasında daha dengeli biçimde dağıtılmasını hedefleyen bir yaklaşım sunmaktadır. Böylelikle, akıllı şehirler literatüründe henüz kuramsal ve uygula malı açıdan olgunlaşma sürecinde olan bir alana kavramsal ve yöntemsel katkı sağlanması amaçlanmıştır.
Ürüne ait yorum bulunmamaktadır.
Göç, her ne şartlarda yapılmış olursa olsun, bir yerinde ya da bir yerlerinde acıyı saklar. Bu durum, en meşakkatli göçler için de en müreffeh göçler için de geçerlidir. Çünkü göç, ardında bırakılanbütün geçmişi, dipdiri ve taptaze olarak elinde tutar. Dolayısıyla, her göç, birikmiş bir özlemdir. Her göç, geçmişi, her gün, her an defalarca tekrar tekrar yaşamaktır. Her göç, ağacın köke bağlılığı neyse onu yitirmektir. Her göç, ayrı bir gurbettir. Gurbet ise başlıbaşına, apayrı bir acı ve ızdırabın adıdır. Gurbet; Üstad Necip Fazıl Kısakürek (2013)’in dizelerinde:
“Gül büyütenlere mahsus hevesle,
Renk dertlerimi gözümde besle!
Yalnız, annem gibi, o ılık sesle,
İçimde dövünüp ağlama gurbet!..” yazdığı gibi, annemizin ılık sesiyle içimizde dövünüp ağlayan bir duygu ya da Şair Fahri Ali (Baymak, 2016)’nin ifadesiyle suyun bile ağırlaştığı bir yaradır.
Balkan Harbi, Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden silinme eyleminin ya da Şark Meselesi’nin çözümünün provası hükmündedir. Bu prova, yüz binlerce insanın katledilmesi, yerinden yurdundan edilmesi, evsiz barksız kalması ve açlığa mahkum olması uğruna yapılmış ve yaptırılmıştır. Bu dönemde var olan kolera salgını ve ağır iklim koşulları da bu provayı adeta kolaylaştırmıştır. Osmanlı Devleti, gerek sayısal olarak gerek moral olarak gerekse yapısal olarak kazanılması mümkün olmayan bir harbe sokulmuştur. 93 Harbi sonrasında Balkan coğrafyasındaki terör ve çetecilik olayları ile yıpratılmış ve savaş stratejisini daha önce hiç tatbik etmediği bir sistem (kolordu düzeni) ile belirlemiş olan ordu, yolları, iletişim ve ulaşım imkânları kısıtlı bir konum ile harbe giren Osmanlı Devleti’nin, bu harbi kazanacağına, harp taraftarı olan manipüle edilmiş bir kitleden başka kimse inanmıyordu. O kitlenin de harp taraftarlığı her türlü bilgi ve donanımdan yoksundu. Dönemin yöneticilerinin harp taraftarı olan o kitleyi teskin etmek için kullandıkları ifadeler, aynı zaman da devletin acziyetinin değişik bir ifadesinden başka bir şey değildi. Bu açıdan bakıldığında bu kitlenin, mevcut hükümetin değişmesi gibi siyasi bir ihtiras ve amaç uğruna koskoca devleti kaybedeceği belli olan bir savaşa sokma gayreti içinde olduğu düşünülebilir.