Kitabımız Anadolu’nun en eski dönemlerinden Perslerin Anadolu’yu istila ettikleri döneme kadar olan kısmı kapsamaktadır. Siyasi ve kültür tarihine dair belli başlı konuların anlatıldığı kitap, Anadolu insanının binlerce yıllık yaşam serüveninin kısa bir özeti niteliğindedir. Anadolu’nunu eski çağlarının ana hatlarıyla anlatıldığı eserin, Anadolu Uygarlıkları hakkında merak edilenleri büyük ölçüde gidereceği kanaatindeyiz. Diğer tarafatan binlerce yıllık geçmişe sahip Anadolu coğrafyasında yaşayan kültürleri bir kitap haline getirmenin zorluğu herkesçe malumlarıdır. Zira her dönemi ayrı kitaplar oluşturabilecek kapsamda olan Anadolu’nun eskiçağ tarihini bir kitaba sığdırmak zordur. Giderek artan kazılarla elde edilen bulguların her geçen gün yeni bilgi ve yorumları da beraberinde getireceği düşünülürse böyle bir çalışmanın zorluğu daha iyi anlaşılabilir.Kitabımız Anadolu’nun en eski dönemlerinden Perslerin Anadolu’yu istila ettikleri döneme kadar olan kısmı kapsamaktadır. Siyasi ve kültür tarihine dair belli başlı konuların anlatıldığı kitap, Anadolu insanının binlerce yıllık yaşam serüveninin kısa bir özeti niteliğindedir. Anadolu’nunu eski çağlarının ana hatlarıyla anlatıldığı eserin, Anadolu Uygarlıkları hakkında merak edilenleri büyük ölçüde gidereceği kanaatindeyiz. Diğer tarafatan binlerce yıllık geçmişe sahip Anadolu coğrafyasında yaşayan kültürleri bir kitap haline getirmenin zorluğu herkesçe malumlarıdır. Zira her dönemi ayrı kitaplar oluşturabilecek kapsamda olan Anadolu’nun eskiçağ tarihini bir kitaba sığdırmak zordur. Giderek artan kazılarla elde edilen bulguların her geçen gün yeni bilgi ve yorumları da beraberinde getireceği düşünülürse böyle bir çalışmanın zorluğu daha iyi anlaşılabilir.
Ürüne ait yorum bulunmamaktadır.
Eski halklar arasında atlı arabaların kullanımının ortaya çıkışı, bilim insanları tarafından uzun yıllardır üzerinde tartışılan bir konudur. Atların ve savaş arabalarının yalnızca savaş sanatına katkıda bulunmadığı, aynı zamanda eski toplumların sosyal yapısında da önemli, değişimlere yol açtığı bilinmektedir.
Konunun genişliği itibarıyla bazı sınırlandırmalar getirerek oluşturulan bu kitabın ilk bölümünde atların evcilleştirilme süreci ve bunların insan hayatındaki rolü üzerine durulmaktadır. Ancak buradaki amaç ilk evcilleştirilen at türünü ve onun ilk evcilleştirildiği yeri, toplumu bulmak zor değildir.
İkinci bölümde tekerleğin gelişimi ve tekerlekli araçların ilk kez ortaya çıktığı kültürler ve bu kültürde araçların hangi amaçlarla kullanıldığına vurgu yapılmıştır.
Üçüncü bölümde ise savaş arabalarının ortaya çıktığı kültürler ve yine bu kültürlerin bu araçları hangi koşullar altında ve hangi amaçlarla kullanılıdığı değerlendirilmiştir
Osmanlı İmparatorluğu’na istisnaî bir özel statüyle bağlı olan Dubrovnik Cumhuriyeti bağımsızlığa oldukça yakın siyasî bir nitelik taşımaktaydı. İç ve dış siyasete dair kurumlarıyla müesseseleşmiş yapısı, senatolarının üstlendiği yasama ve yürütme erkleriyle birlikte mevcut hukukî yönetmelikleri şehir devletinin küçük de olsa müstakil bir siyasî yapı arz etmesini sağlamaktaydı. Osmanlı merkez siyasetinin karşılıklı hukukî sorumluluklara riayet edilmesi konusundaki hassasiyeti ve cumhuriyetin egemenlik haklarına saygı göstermesi sayesinde Dubrovnik’in idareci elitleri otonom yönetimlerini oldukça hür bir şekilde icra edebilme imkânı bulmuşlardı. Kendi yasalarını üretebilmişler, bunları senatolarında ve mahkemelerinde serbestçe uygulamaya geçirebilmişlerdi.
Osmanlı resmî görevlileri, Balkanlardaki reaya, ülkenin muhtelif bölgelerinden tüccarlar çeşitli sebeplerle Dubrovnik’i ziyaret etmekteydiler. İki devletin tebaasının temasları ve irtibatları sosyal ilişkilerde bazı problemleri de beraberinde getirmişti. Bu da her iki taraf arasındaki münasebetleri düzene koyacak birtakım kuralların oluşmasına yol açmıştı. Osmanlı ile Dubrovnik arasındaki ilişkilerin sosyal ve hukukî yönünü konu alan bu çalışmada ikili ilişkilerin mikro ölçeğine inilmiş ve iki ayrı siyasî yapının insan unsurunun karşılaşmasında meydana gelen meseleler ele alınmıştır. Böylece Osmanlı tebaasından ve resmî makamlardan Dubrovnik’e gelen kimseler konunun merkezine konulmuştur. Osmanlı ve Dubrovnik arşivlerinden belgelere dayanılarak Dubrovnik’teki Osmanlıların cumhuriyet hukuku karşısındaki konumunu belirlemek ve bir kurallar manzumesi oluşturmak da yine bu akademik çalışmanın başlıca hedefleri arasında yer almıştır.
Göç, her ne şartlarda yapılmış olursa olsun, bir yerinde ya da bir yerlerinde acıyı saklar. Bu durum, en meşakkatli göçler için de en müreffeh göçler için de geçerlidir. Çünkü göç, ardında bırakılanbütün geçmişi, dipdiri ve taptaze olarak elinde tutar. Dolayısıyla, her göç, birikmiş bir özlemdir. Her göç, geçmişi, her gün, her an defalarca tekrar tekrar yaşamaktır. Her göç, ağacın köke bağlılığı neyse onu yitirmektir. Her göç, ayrı bir gurbettir. Gurbet ise başlıbaşına, apayrı bir acı ve ızdırabın adıdır. Gurbet; Üstad Necip Fazıl Kısakürek (2013)’in dizelerinde:
“Gül büyütenlere mahsus hevesle,
Renk dertlerimi gözümde besle!
Yalnız, annem gibi, o ılık sesle,
İçimde dövünüp ağlama gurbet!..” yazdığı gibi, annemizin ılık sesiyle içimizde dövünüp ağlayan bir duygu ya da Şair Fahri Ali (Baymak, 2016)’nin ifadesiyle suyun bile ağırlaştığı bir yaradır.
Balkan Harbi, Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden silinme eyleminin ya da Şark Meselesi’nin çözümünün provası hükmündedir. Bu prova, yüz binlerce insanın katledilmesi, yerinden yurdundan edilmesi, evsiz barksız kalması ve açlığa mahkum olması uğruna yapılmış ve yaptırılmıştır. Bu dönemde var olan kolera salgını ve ağır iklim koşulları da bu provayı adeta kolaylaştırmıştır. Osmanlı Devleti, gerek sayısal olarak gerek moral olarak gerekse yapısal olarak kazanılması mümkün olmayan bir harbe sokulmuştur. 93 Harbi sonrasında Balkan coğrafyasındaki terör ve çetecilik olayları ile yıpratılmış ve savaş stratejisini daha önce hiç tatbik etmediği bir sistem (kolordu düzeni) ile belirlemiş olan ordu, yolları, iletişim ve ulaşım imkânları kısıtlı bir konum ile harbe giren Osmanlı Devleti’nin, bu harbi kazanacağına, harp taraftarı olan manipüle edilmiş bir kitleden başka kimse inanmıyordu. O kitlenin de harp taraftarlığı her türlü bilgi ve donanımdan yoksundu. Dönemin yöneticilerinin harp taraftarı olan o kitleyi teskin etmek için kullandıkları ifadeler, aynı zaman da devletin acziyetinin değişik bir ifadesinden başka bir şey değildi. Bu açıdan bakıldığında bu kitlenin, mevcut hükümetin değişmesi gibi siyasi bir ihtiras ve amaç uğruna koskoca devleti kaybedeceği belli olan bir savaşa sokma gayreti içinde olduğu düşünülebilir.
Anadolu, sahip olduğu inanç çeşitliliği ve gelişmiş yönetim anlayışı ile insanlığın ortak medeniyetine büyük katkılar sunan kadim coğrafyalardan biri olmuştur. Dünya tarihinin bilinen ilk tapınaklarından, Homeros’un destanında anlatılan Truva’ya; Hititlerin yönetim merkezi Hattuşa’dan Roma’nın kült merkezlerinden olan Pergamon’a kadar birçok idari merkezi ve kutsal alanı barındıran bu toprakların sahip olduğu kültürel
birikim insanlık tarihinin büyük bir kısmını oluşturmaktadır.
Eskiçağ tarihi alanında ülkemizin önde gelen kıymetli akademisyenlerinin bölüm yazarlığı yaptığı bu kitapta, Çatalhöyük’teki inanç olgusunun nasıl şekillendiğini, Anadolu’nun inanç sistemleri üzerindeki Mezopotamya
izlerini, Erken Tunç Çağı’ndaki ölü gömme geleneğinin oluşumunu, bulaşıcı hastalıkların dini inanca ansımasını, Hitit kaya anıtlarının siyasi otoriteye etkisini, tanrılar üzerine yemin etmenin tarihsel kökenlerini,
Frig tanrısı Matar Kubeleya’nın ana tanrıça olma aşamalarını, Demir Çağı’ndaki ahiret inancını, Anadolu’da Iuppiter Dolichenus’un nasıl tapınım gördüğünü ve Roma İmparatoru Traianus’un nasıl tanrılaştığını okuyabileceksiniz.