Bahçeler, ağaçlar derken neşeli, bir o kadar hızla geçiyor günler, haftalar, mevsimler… Ağaçların, mevsimlerin, kuşların da dilleri var. Sırlarına erebilsek keşke. Her mevsim tomurcuklanan o ağaçların sırrına erebilsek... O çocuk aklımda derdim ki çiçek açan bu ağaçlar, konuşmak ister benimle. Sohbet ederdim onlarla. Hâl dilinde bir konuşma olurdu, bilirdim duyarlardı onlar beni, ben de onları tabi.
Ürüne ait yorum bulunmamaktadır.
Geçmiş pencere önlerinde her daim sulanan bir çiçektir. Kurumasın diye gözünün içi gibi bakar insan. An gelir kokusunu duyar, kendinden geçer.
An gelir güzelliğine kapılır,
Derin deryalara, büyülü hülyalara dalar.
Yokluğun yolcusu insan yok sayamaz yaşanmışlıkları.
Yürürken geleceğe adım adım,
Ardında kalanları da sular çiçek gibi.
Sular ki, solmasın mazinin o güzel bahçesi.
Ve yeşersin yeniden sevinçleri, özlemleri…
Adalı yazar Necati Mert der ki; Yazmak lazım. Edebiyatçı edebiyatı gözeterek yazsın. Ama edebiyatçı olmayan da yazsın. Cümleniz yetersiz, imlâ ve noktalamanız hatalı olabilir. Olsun. Mektup yazar gibi, hâtıra defterine içinizi döker gibi yazın. Sizin hayatınız şehrinizin hayatıdır.
Sevinçleriniz, endişe, merak ve içlenmeleriniz, düşünce ve tasarılarınız şehrinizindir de. Tarihe düşülen notlar olacaktır her biri. Bunların geleceğe, şehrinizin geleceğine kalması için yazın. Yazın ki ardımızdan gelenlerin bilmedikleri bizimki kadar olmasın…
Elinizde tuttuğunuz bu eser; Şeker Mahalle’de yaşamış sıradan bir gencin mutlu olma, eğlenme, bu dünyayı içtenlikle anlama iştahıyla yaşadığı mahallesindeki geçmişini, ellili yaşların ortasında bir yazar edasıyla; özlemler, acılar, yaşam dediği zevkler ve deneyimler arasında yeniden keşfini konu alır…
Kalbi kırık çocukların, uyanık memurların, dayısı vali olanlara ders veren bürokratik kumpasların, hasılı Anadolu’da yaşananların hikayesi.
Yılmaz Çiğdem, gönüllere ulaşmak niyetiyle bir çaba içerisinde. Mutluluğa ulaşmak için insanlar bir koşturma içinde. Oysa mutluluk evreni kaplamış duyarlı insanların kalbine sığmıştır. İnsana ulaşan bencillik değil paylaşma cömertliğidir. İkramın niteliğine karar vermek okuyucuya kalmıştır. Bu kitaba düşense işaret fişeği gibidir. Ararsan bulursun.
“Kim bu Kalsbalar? Rusya’da nerede yasadılar, Türkiye’ye nasıl sürgün
edildiler ve nerelere yerleştiler? Neler yasadılar, şimdiki kuşaklara
neler aktardılar? Soyağaçları çıkarılabilir mi?” sorularına cevap arayacağız.
Bunu ağırlıklı olarak Sakarya ili Akyazı ilçesi Kuzuluk ve Alaağaç köyleri
ile Hendek ilçesi Nüfren’de (Beylice) yaşamıs/yasamakta olan bazı
Kalsba aileler ve onların hayattaki mensupları üzerinden örneklendireceğiz.
Son kısımda özel ilgimizi Kalsba Peskuzoğullarının aydınlatılamamış
sürgün hikâyelerini yazmaya, kronolojik tarihlerini çıkarmaya ayırsak
da sözü edilen diğer ailelerin büyüklerinden dinlediğimiz hikâyelerini
de yazdık ve soyağaçlarını çıkardık.